14 Eylül 2015 Pazartesi

Tesadüf, Tanri'nin Adlarindan Birisidir

Bu aralar "tesadüfler" hakkında çok düşünüyorum.Çok düşündüğümden midir yoksa malum olduğundan mıdır bilmiyorum ama sürekli olarak tesadüflerle karşılaşıyorum.Sonra bi hayattan beklediğim,istediğim tesadüflere bakıyorum,bi de başıma gelen tesadüflere bakıyorum,başıma gelenler "dişimin kovuğuna yetmez" derler ya,hah aynen öyle oluyor.Böyle küçük tesadüfler yetmez,bana daha büyükleri lazım.
Acaba bu bana yukarıdan "Al,sen ölene kadar böyle küçük tesadüflerle yetineceksin,idare etmeyi öğren." mesajı mı yoksa "Bak,ufaktan ufaktan başlıyor,daha büyüklerine hazırlıklı olmalısın." mesajı mı pek kestiremiyorum.Bardağı nasıl gördüğümüz olayı vardır ya,bu da öyle bir şey sanırım,dolu mu boş mu görüyorsun orası artık sana kalmış.Şükürler olsun ki(!) benimde denizdeki dalga gibi durmak bilmeyen bir ruh hali değişimim olduğu için asla bir tarafta sabit kalamıyorum.Atıyorum,sabah dünyanın en pozitif insanıysam,birkaç saat sonra ince hastalığa yakalanmış,melankolik Yeşilçam teyzelerine dönüşüyorum.Bunun bir çaresi var mıdır?! Henüz bende kendime bulamadığım için son çare kantaron çayına falan sarıcam diye düşünüyorum.Baya da araştırdım yalnız,birinci aşama depresyon tedavisi için falan kullanılıyormuş,severus.

Bir de anlamadığım olay, böyle uzuun bir süre durgun olan hayatıma tesadüfler bir anda yağmaya başladı.Önünü alamıyoruz.Bari haftalara ya da aylara bölüp eşit olarak dağıtsaydık :( Mesela:
Aylar önce yeni bi diziye başlamışım,oradaki karakterlerden birini çok beğenmişim,o karakter az bir zaman sonra rastgele gördüğüm film önerisinde pat diye karşıma çıkıyor.
Reklamın birinde çalan şarkıya bayılmışım ama bir türlü kimin söylediğini bulamamışım,sonra o şarkı youtube'da hey jude dinlerken pat diye karşıma çıkıyor.
Düzenli olarak stalkladığım biri hakkında daha çok bilgi öğrenmek istiyorum ama bir türlü öğrenemiyorum, "ya bari küçüklük fotoğrafını falan görseydik" diyorum,iki gün sonra çocukluk fotoğrafını instagram'a atıyor,şok oluyorum.
Yeni şarkılar-gruplar keşfederken Simon&Garfunkel'e denk geliyorum,şarkılarını çok beğeniyorum,iki üç şarkısını dinledikten sonra dördüncü şarkısı ki benim sürekli bulmaya çalıştığım şarkı pat diye karşıma çıkıyor.
Okuduğum bölümle ilgili bilmem gereken çizelgeyi kağıda geçirip odama asayım,ilerde lazım olur diye düşünüyorum,iki hafta sonra tanıdıklarımdan biri o çizelgenin çoktan basılmış halini eve yolluyor hemde hiçbir sebep yokken.
İtalya'ya gitme hayali kurduğum sıralarda film defterimden rastgele iki üç film seçiyorum izlemek için,hepsi de ya İtalya'da geçiyor ya da başrol İtalyan.

Eminim bunu yayınladıktan sonra "of şu da vardı,bu da vardı ya!" diyeceğim ama hatırlayabildiklerim şimdilik bu kadar.Belki de bu yazının tamamını okuduğumda, "ya çok da önemli değilmiş ki,önemsiz ayrıntılar sürüsü işte.." diyeceğim ama aslında hepsini bütün olarak düşündüğümde ciddi anlamda korkutucu geliyor.(Evet,endişelenmediğim bir bu kalmıştı.)

Baya ayrıntılı düşündüğümden olsa gerek bir türlü neden bunların olduğunu anlayamıyorum,anlam veremiyorum.Belki de bunu korkutucu yapan şey budur,bana verdiği belirsizlik hissi.Sanki benden çok ilerde olan bir şeyi yakalamaya çalışıyorum,her seferinde çok yaklaşıp yakaladım sanıyorum ama hiçbir zaman yetişemiyorum gibi bir his var içimde.Ne kaçırıyorum acaba ya?

Eğer bu hayatta tesadüflerle karşılaşacaksam neden böyle tesadüfler peki? Anlam veremediğim başka bir nokta da bu.Mesela şu an çok ama çok istediğim bir şey var ama gerçekleştirmek için ne cesaretim ne de ihtimali var.Bence.Madem tesadüf gelecek bari böyle kocaman bir tesadüf olsun ki,istediğim o şeye de ulaşmış olayım.Hem tesadüfler insanları birbirine bağlar derler :)

Tabi bunun yanında,sürekli göz ardı ettiğim bir ihtimalden dolayı da olmuyor olabilir istediğim; hiçbir zaman gerçekleşemeyecek olma ihtimali.. Düşüncesi bile kötüyken,bunu olabiliteler arasında sayamayacağım.O sebepten saymayacağım,çoğu insanın yaptığı gibi bende "comfort zone" dan çıkmayıp "zamana bıraktım ya ben" ayağına yatıp sonunu bekleyeceğim.Zaten bunun da sonu tekrardan ve tekrardan Sofie'nin Dünyası'nı okumaya kadar gider gibi.Az düşünüyorum ya biraz daha düşünmem lazım tabi(!)

Bu konu hakkında düşünme kotamı "bugünlük" doldurduğumu düşünerekten sona geliyorum.Hem başlıkta da belirttiğim gibi "Tesadüf,Tanrı'nın Adlarından Birisidir." diyorlar,gerçekten öyle mi acaba? Hayatı çözmek zor,bizde bekleyip,göreceğiz.

p.s:dileğimin en kısa sürede -ufacık bir kısmı bile olsa- gerçekleşmesi dileğiyle..

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Note To Self #1

That's NEW!
For us who need a courage to start a new chapter of our lifes.

#1

"For what it's worth: it's never too late or,in my case,too early to be whoever you want to be. There's no time limit,stop whenever you want. You can change or stay the same,there are no rules to this thing. We can make the best or the worst of it. And I hope you see things that startle you. I hope you feel things you never felt before. I hope you meet people with a different point of view. I hope you live a life you're proud of. If you find that you're not,I hope you have strength to start all over again.."


from The Curious Case of Benjamin Button.




20 Temmuz 2015 Pazartesi

Oynak Bir Seyler Cal,Sam..

Selamlar, okulların kapandığı ilk günden itibaren kendini tatil köylerine atanlar ve yaz ayları gelir gelmez işten tatil izni koparanlar veya benim gibi bu yazı da deniz-kum-güneş üçlüsünü göremeden geçirenler..

Bugünün menüsünü görmek isteyenler,okumaya devam edin piliiz.




Casablanca!

İlk izlediğimde -saçma sapan bir ruh halinde olduğumdan sanırım- bana çok klişe ve sıkıcı gelmişti,üstelik siyah-beyaz öğğ :/ diye düşünmüştüm ama şu an bunların bir tanesini bile düşünmüş olduğum için kendimden utanıyorum desem yeridir.Film kült olmuş yahu ne demek sıkıcı,ne demek o yüz buruşturmak? Tabi izlediğimden bu yana bakış açımın 360 olmasa da 180 derece değiştiğini söyleyebilirim,mesela filmin klişe olmaktan en uzak film olduğunu,başrollerin dönemin (1943) en iyileri olduğunu,neredeyse her repliğin alınıp kafaya kazınması gerektiğini ve siyah-beyaz olmasının etkisiyle dönemin tüm koşullarını yüzümüze çarpmasına rağmen aşkın en değerli ve vazgeçilmez olduğunu anlattığını farkedememiştim.Düşünün kızlarımızın %80'i (evet,ben hariç) Burak Özçivit için yanıp tutuşurken o zamanlar insanlar Humprey Bogart'ın hastasıymış.Sanırım bende eskiler gibi Bogart'ı tercih ederdim nitekim adam Casablanca'dan sonra trençkotu insana sevdiren kişi diye tarihe geçmiş.Normal tabi,şu ana kadar kimsenin üzerinde bu kadar cool durduğunu görmedim,Bogart'tan başka.





Bogart'tan bahsedip Ingrid Bergman'dan bahsetmemek olur mu hiç? Dönemin en iyi aktristlerinden olmasına şaşmamak gerek.Kadının her hareketi,her bakışı,oturuşu kalkışı bu kadar zarif olabilir mi ya? Film aktıkça bir kez daha hayran bırakıyor kendine.Bütüne baktığımızda bu kadar başarılı olmuş bir karakteri oynayıp Oscar'a aday gösterilmemiş olması beni ciddi anlamda şaşırtmıştı ilk okuduğumda.Akademi yine hata yapmıştı anlaşılan,kadın Casablanca'da oynamış ve cidden oynamış yani daha ne yapmalıydı acaba?





Peki nereden aklıma düştü Casablanca'dan bahsetmek?

Canım Woody Allen'ın "Play It Again,Sam" (1972) filmini bilir misiniz? İşte bugün şansa filmi izledikten sonra film bitince "bu konuda bir şeyler yazmalıyım!" dedim ve ting!

-Filmin ismi neden böyle derseniz, Casablanca'da geçen bir replik sanılıp kullanılmıştır ama sanılanın aksine filmde "Play it again,Sam." repliği hiç kullanılmamış, sadece "Play,it Sam,play it once." kullanılmıştır,bu da kulağınıza küpe olsun.




Casablanca aşığı, sinema-sever ve karısının yeterince gülmedikleri gerekçesiyle kendisini terkettikten sonra kendini depresyonun ortasında bulan Allan'ın hikayesi..
O kadar Casablanca aşığı ki çaresizliğinin tavan yaptığı durumlarda hayali olarak Bogart'la konuşup onu akıl hocası olarak görmesi en güzel örnek.




Filmin en ama en sevdiğim yanıysa başının ve sonunun tamamen Casablanca'ya ait olması,herkesin olduğu gibi benimde favorim olan repliklerle başlıyorsunuz filme ve aynı romantiklikle altın vuruş yaparak filmi bitiriyorsunuz,müthiş değil mi? Ayrıca o repliklerin bazılarını daha modern haliyle Allen'ın ağzından duymak da güzel oluyormuş.
Mesela;

-Filmin ilk dakikalarında sinemada gözleri dolu dolu Casablanca'yı izleyen Allan'ı görmemiz,




-Allen'ın Diane Keaton'la karşılaştığında beklemediğimiz bir anda "I think this is the beginning of a beautiful friendship." demesi,




-Filmin sonunda Allen'ın en iyi replikleri kendine göre uyarlayarak bizi mutluluk içinde sona götürmesi, filmin "Yaaaaa :))))" anlarıydı.





Allen'ın filmi o kadar güzeldi ki,iyiden iyiye sıkılgan ve Amerikalıların dediği gibi "moody" hissediyorsanız, film resmen biçilmiş kaftan.Bu kadar romantizm bana fazla demeyin,izleyin,izlettirin.İnsan bazen o hisse ihtiyaç duyuyor,belki siz hissetmiyorsunuz ama gerçekten öyle.

Sıkıcı bir yaz akşamını renklendirip "bende aşık olmak istiyorum ya!" gibi düşüncelere balıklama dalmak için harika bir zaman,hadi daha fazla vakit kaybetmeden bir çırpıda yazımı okuyup filmi izlemeye koşunuz,buralar bana emanet...




Here's looking at me,Bogart...

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Kurtulur Muyum Bunalımdan Hamakta Sallansam???

Selamlar........

İnsanlarla konuşmak istemeyip,kendi kendime blog köşelerinde konuşup yazı yazmayı tercih ettiğim zamanlardan biri daha.Niye böyle oluyor ya,neden insan çoğu kez etrafında ilgiye,sevgiye ve doluca insana ihtiyaç duyarken noluyor da bi anda herkesten ve her şeyden soğuyup kendi iç dünyasına çekiliyor?Günlerdir hatta haftalardır sorguladığım bir konu bu,hatta öyle ki bu Karma zımbırtısı bunun üstünde daha da çok düşünüp kafayı yiyeyim diye bana küçük sürprizler yapıp duruyor.Nasıl mı? Mesela okuduğum kitap,Sabahattin Ali'den İçimizdeki Şeytan.Daha kitabı yarılamamış olmama rağmen bir benimsedim sormayın.Sanırım bende içimdeki bu sıkıntıya,derde tasaya veya bunalıma -ne diyeceğimi de şaşırdım- içimdeki şeytan diyeceğim.Hiç olmazsa adını koyalım şu işin...

2014'ün son gününde karamsarlık içinde yüzen yakın çevremdeki tüm insanlara "ya yapmayın böyle,bakın 2015 bizim yılımız olacak,çok mutlu olacağız,hayallerimizi gerçekleştireceğiz!" diye gazlayıp deyim yerindeyse hepsini koşuda açık ara birinci olmuş atletler gibi yeni yıla iteledim.Gelin görün ki,terzi kendi söküğünü dikemedi.YİNE! Geçenlerde bir söz okumuştum,tam beni anlatıyor diye düşündüm: "I give hope,keep none for myself." Resmen ben ya.Herkesi çakma Polyanna edasıyla pozitiflikle doldurabiliyorum ama iş kendime gelince orda dur bakalım oluyorum.Asıl merak ettiğim şey,bu olay böyle nereye kadar sürecek? 2015'i yarıladık,hiçbir isteğimi HALA gerçekleştirememiş olmamın yanısıra bir de 20'li yaşların başında olmak böyle bir durumda insana daha bir koyuyor.Ya sen 20 yaşındasın,neden evini yangında kaybetmiş 60 yaşında amca gibi davranıyorsun? Hani kanımız kaynayacaktı,hani gençlik ateşiyle yanıp tutuşacaktık,nerde o ruh? Valla arada bir etrafıma bakıp bi ben mi böyleyim acaba diyorum ama neredeyse tüm akranlarım aynı durumda.Kimse mutlu değil,kimse hayatından memnun değil,kime sorsam şunu-bunu istiyorum ama hala olmadı diye yakınıyor.Tabii kendime asıl kızdığım şey de o bıktığım "comfort zone" dan bir türlü çıkamıyor olmam.Her şeyi değiştirecek motivasyonum-cesaretim arada gelip beni yokluyor,o zaman sanki dünyaya hakim olabilirmiş gibi hissediyorum ama bu da ders çalışma isteğim gibi anında sönüveriyor.Ondan sonra tek çarem, google'a girip Motivasyon Nasıl Sağlanır? enter. Fakat sonuç: Bunu Mu Demek İstediniz? Bende bilmiyorum ki ne demek istediğimi.Yani hep böyle mi oluyor,insanın bir şeylerden önce kendini değiştirmesi için illa ki başına böyle önemli büyük bir olay mı gelmesi gerekiyor? Nasihat-müsibet olayı olmadan akıllanmıyoruz değil mi? Ortaokulda okul müdürü ne çok tekrarlardı o dandik mikrofonundan; Sizi illa azarlayalım mı kurallara uymanız için? Evet hocam! derdim içimden o zamanlar da.Şimdi anlıyorum aslında,gerçekten bizi birilerinin böyle bir sarsması,aklımızı başımıza getirmesi gerekiyor yoksa işimiz çook zor.

Bunları gördükçe bu verilen sözler,etrafımdaki beyin yoksunu insanların sanki en mükemmel onlarmışçasına konuşup nutuk atmaları ya da dünyadan bir haber olup sadece "hoca" olma sıfatıyla oturduğu yerden ahkam kesen hocalar bana hiçbir anlam ifade etmiyor.Hepsi ortada olan ve olması zorunlu bir başarıdan bahsediyorlar.(Tabii ki kendi başarıları!) Bana kalırsa asıl başarı insanın hayatını değiştirmeden önce kendini ve bakış açısını değiştirmesidir, zaten bunlar olunca hayatın da otomatik olarak değişip senin istediğin yöne doğru kaymaya başlıyor.Keşke bir de bu saydıklarım o kadar kolay olsa,hani şu yıllardır örnek vermekten bıkmadıkları "sihirli değnek" bizde de olsa da bir parmak şıklatmasıyla bütün bunları yapabilsek.Bütün bunları yapmaya karar vermiş bir insanı da bu sefer milyonlarca soru,milyonlarca şüphe bekliyor.Yeniden başlasam,bu sefer korkmadan demiş MFÖ,işte o korku değişimin ne getireceğini bilememe korkusu,belirsizliğin verdiği o iç bunaltıcı korku.Risk alıp hangi korkuyu seçeceğim de bana kalmış, böyle gitmeye devam ettikten sonra 60 yaşına gelip hayatıma şöyle bir baktığımda elle tutulur hiçbir şey yaşamamış olma korkusu mu yoksa butona basıp değişmeye karar verdikten sonra her şeyin eskiye göre mükemmel olacağını düşünmek yerine bardağın boş tarafını görüp daha beter olacağı korkusu mu? Siz olsanız hangisini seçerdiniz? Cevap belli değil mi?

Bu paragrafı yazmadan önce baştan yazdıklarıma tekrar bi bakıyım dedim de yine yazmış da yazmışım.Anlatsam anlamayacak insanlar karşısında boşu boşuna çırpınmak yerine yazıp içimi dökmek daha cazip gelmiştir hep bana.2014'te hayatımdan tüm gereksiz insanlar çıktı diye sevinirken,her gün yenilerinin eklenmesi kaç puan peki? Çıldırıciğim.Zaten biraz daha zorlarsam "Kimse beni anlamıyo yaaa!" diye ergen tripleri atmaya başlayacağım.Allahım,ergen tripleri atarken bile mutluydum ya,hiç olmazsa şimdiki gibi kahkahalar atarken bi yanım böyle melül melül bakmıyordu.Bu mutsuzluğun çaresi yok mu a dostlar? Peki bu bunalımın? ya da tükenmişlik sendromu mu deseydim? Tükendik de deşarj olmak için pılısını pırtısını toplayıp bir anda Almanya'ya giden Hürrem Sultan kadar olamadık.Hadi Hürrem'i geçtim tamam, Hawaii'lerde non-stop parti yapan Cem Uzan kafasından istiyorum.Her sabah uyandığımda oh be!hayat bana güzel valla diyip içimde kelebekler uçuşsun istiyorum.Hatta kelebekler yerine ben uçayım istiyorum,o ülke senin bu ülke benim durmadan yeni yerler görüp keşfetmek istiyorum,hayatımda tek derdimin jetlag olmasını istiyorum.Ülke diyorum bakın,oturduğum yerden 2-3 saat mesafe uzaklıkta olan yerlere,Ankara'nın bozkırına kalmak istemiyorum.Yeterince açık oldu değil mi?

İşin özü, istiyorum da istiyorum.

Eh şimdi de bütün bunları yazdıktan sonra yazının başlığıyla içeriğinin tezat olmasından şüphelenmeye başladım.Herhalde tezat olmamıştır değil mi? Olmuşsa da olmamış gibi yaparız,mizah dolu bi yazıymış gibi okuruz değil mi? Başlık da başlığın geçtiği super-duper şarkı da beni anlatıyor çünkü. MFÖ-Hamak. Az buçuk bunalımda olsanız bile dinleyin çünkü birkaç kez dinledikten sonra istemsiz kendi halinize gülmeye başlıyorsunuz.
"Bir tuhaf bunalım bu egom ağlar
Bilirim beyhudedir bu itiraflar."
Daha iyi anlatılamazdı sanki.Her derde deva,canım MFÖ.

Kimsenin başına bir şey gelmeden artık yazımı sonlandırıp yine odama gidip sakince boşluğa bakmaya geri döneceğim.Umuyorum yazdıklarımın hepsi bana az da olsa motivasyon ve irade sağlar da bir sonraki yazımda Harikalar Diyarı'nda sonsuz mutluluğu bulmuş Alice gibi buraları minik kalplerle doldururum.

Coming Soon...

27 Şubat 2015 Cuma

Bugun Ne Yesek? #4

Yemek için yaşayanlara müjde, "Bugün Ne Yesek? " ayağınıza geldi! Hakkında yazmayı en en çok sevdiğim kısım tabi ki yemek önerileri, foursquare gibi kızım vallahi.Yiyip içip buraya yazmaya,her şeyden en ince ayrıntısına kadar bahsetmeye bayılıyorum.Şu an koca kupamda yeşilçayı içsem de bu resmi gördükçe içim gidiyor içim...

Hint kültürünü tanıtma ve sevdirme derneğinin kurucusu olarak bugünün menüsünde Hint mutfağından bir yemek olmasına karar verdim,kendileri "Tikka Masala Soslu Tavuk!"





Masala,Hint mutfağının meşhur baharat karışımı anlamına geliyor ve esasen yemeğe lezzetini veren şeyin ta kendisi.Tikka da küp şeklinde doğranmış et demek,bizim için simit-ayran neyse sevgili Hintliler için de masala sos-tavuk o demek anladığım kadarıyla.
Duyduğuma göre tikka masala sosu hazır olarak büyük marketlerde satılıyormuş ama hiçbir zaman dışarıda yediğim çok leziz bir yemeği evde kendim yaptığımda aynı tadı tutturamadığım için bu işe girmeyi hiç mi hiç düşünmüyorum.
Bana bu yemeği tek bir cümleyle özetle deseler, tek başınayken tatsız tutsuz olan tavuğu bir hint masalına dönüştüren bir yemek derim,o denli parmak yediren cinsten yani.




Budur ya,bana böyle fotoğraflarla gelin.Yemeğinizin hazırlanmasını beklerken böyle iştah açıcı manzaraları sadece SAYREM'de görebilirsiniz sanırım.Böyle lezzetli yemekleri bu kadar eli çabuk şeflerle yapmak da ayrı bir beceri bana göre.
SAYREM bizim buralarda pek duyulmamış,çok popüler olmayan bir yer,zaten Ankara'da da sadece üç AVM'de bulunuyor.

Bkz:
http://sayrem.com.tr/#location

Hem çok uygun fiyatlı,hem bol malzemeli,hemde damakta bıraktığı lezzetleriyle benim vazgeçilmez yerlerim arasına çoktan girdi bile.Mesela, bu yemeğin fiyatı 10-13 Tl arası bir şeydi,net fiyatını hatırlamıyorum şu an ama zaten en pahalı menü 15 Tl falan,uygun fiyatlı dedim ama bu resmen bedavadan biraz daha pahalı değil mi?
Eğer sizde etobur -özellikle tavuk- bir insansanız,acilen buraya gidip lezzetli mi lezzetli yemeklerden tatmanız gerekiyor.Favorim olarak sayacağım birçok yemeği var SAYREM'in ama şimdilik bu kadarıyla yetiniyorum,diğer bebekler bir dahaki yazılarıma artık.
Günün kapanışını yemekle yapmak hatrı sayılır bir mutluluk verse de,sadece okumakla yetineceğim bu aralar,bu yüzden siz gidip benim yerime de yiyeceksiniz hatta yemeğinizin üstüne de bir bardak keyif çayınızı içip gününüzün tadını çıkaracaksınız,inanıyorum.
Afiyetler olsun!

14 Ocak 2015 Çarşamba

Nedir Ne Degildir: Bollywood #3

Namaste!

Haftalar sonra o dondurucu soğukların üstüne bir sabaha mis gibi güneşli bir havayla ve mutlulukla uyanmanın şerefine bugün bloguma bir yazı kondurayım dedim.Eğer İpek mutluluk ve blog yazmaktan bahsediyorsa, yazının konusu ne olabilir? Tabii ki Bollywood! En son ekim ayında bahsettiğim Bollywood'un tarihçesine yeniden göz atıp yeni şeyler öğrenme vakti.
Haydi aşağıya doğru tık tık!

Bildiğiniz gibi Bollywood'un tarihinde adım adım ilerliyoruz.En son şanlı ailemiz Kapoor'lardan ve nesilden nesile oyunculuğu seçmiş Kapoor evlatlarından bahsetmiştim.Şimdi sıra diğer bir efsanede ve o kişimizzz Amitabh Bachchan!

Bollywood'un eski jenerasyonundan olan ve benim de en çok sevdiğim, şu an 72 yaşında olmasına rağmen çoğu oyuncuya taş çıkaran efsanevi adamı,Big B'yi tanıyalım..




Günümüz B-Town'un vazgeçilmezi Amitabh Bachchan, ilk zamanlar kendisini Bollywood'a ve izleyicilere kabul ettirmekte en çok zorlanmış oyunculardan birisidir aslında.Neden mi? Çünkü Bachchan -namıdeğer Big B- insanların kafasında yer etmiş,klasik formüle uyan bir Hintli değildi.Gençlik yıllarında, hala gerek filmlerde gerekse talk show'larda esprisi yapılan çok uzun bir boya,kendisine Latin ya da Akdenizli bir hava katan soluk bir tene sahipti.
Oyunculuk serüveni ise tahmin ettiğimiz gibi büyük rüyalarla pılısını pırtısını toplayıp Bombay'a gelmesiyle başladı.Gelir gelmez keşfedilip şöhretten şöhrete koşma hayalleri kursa da işler hesap ettiği gibi gitmemiş ve yapmış olduğu ilk filmlerin çoğu fiyaskoyla sonuçlanmıştır.Ancak Big B oyunculuk yapmaya devam etmiş ve oynamış olduğu "Anand" filmiyle ilk tatmin edici başarısını yakalamış,hatta en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü bile almıştır.





"Anand" filmi Big B için güzel bir yeniden doğuş olur ve şöhretin kapıları yavaş yavaş önünde açılmaya başlar.Bir diğer ses getiren filmi "Zanjeer" i yapmasıyla artık Bollywood süperstarları arasında anılmaya başlar ve kariyerinde kendine yeni bir boyut kazandırır.Artık herkes bu genci "Bollywood'un genç kızgın adamı" olarak tanıyacaktır.





Tüm zamanların en başarılı Bollywood filmleri arasında yer alan, 1975 yapımlı,bir diğer kızgın adam filmi olan "Sholay" büyük ses getirmeyi başarır ve Amitabh Bachchan'ın bundan sonraki filmlerinin kalıbını oluşturur.





"Sholay" filminin getirdiği büyük ses ve başarı,yanında birçok sorun da getirmiştir.Batılı tarzda bir western filmi olan Sholay eleştirilerin bir numaralı odağı olmuştur.O dönemde yeni yeni gelişmekte olan Hindistan sinemasında imkanlar kısıtlıdır ve filmin yönetmeni Sippy filmini istediği tarzda çekememiştir.Gerek kamera ithalinin yasak olması gerekse sinema salonlarının azlığı film için negatif bir etki yaratmıştır.
Bir diğer olumsuz etmen ise o dönem Hindistan'da yaşanan ekonomik krizdir.Bu krizin yan etkileri birçok alanda ülkeye yansımış,sinema alanında ise sansüre yol açmıştır.Sholay filmine Batı'yı utanmazca taklit ettiği ve dönemin otoritesine karşı geldiği gerekçeleriyle sansür getirilmesi istenmiş,özellikle filmin sonu büyük tartışma konusu olmuştur.Bu sorunların sonunda ise yönetmen Sippy,filmini yeniden çekip kurgulamak zorunda kalmıştır.





Söylediğim gibi, Sholay filminin Hindistan sineması üzerinde etkisi büyüktür ve bunun bir diğer sebebi seyircinin bu filme verdiği tepkidir.İzleyici filmi izlerken tepkisiz kalmıştır,suskundur.Eğer birkaç Hint filmi izlediyseniz Hintlilerin ne kadar coşkulu bir millet olduğunu anlarsınız.Öyle ki,sinema salonlarında bile filmi kahkalarla ve gürültüyle izlerler.Sholay'a neden tepkisiz kalındığı kısmına gelinirse,Sippy'e göre izleyici,ana karakteri kendisiyle özdeşleştirmiş ve karakterin ölümünü kabul edememiştir.Ayrıca filmdeki ölüm sahnesi de alışılagelmiş ölüm sahnelerinden farklı olduğu için izleyicinin kafasında soru işaretlerine yol açmıştır.Soru işaretlerine cevap bulabilmek içinse,çoğu izleyici filmi anlayabilmek için filmi ikinci üçüncü kez tekrar izlemiştir.





Sippy ile çalıştıktan sonra Bachchan kariyerinde büyük yer etmiş olan yönetmen Desai ile çalışmaya başlamıştır.Desai, Bachchan'ı bulunduğu kalıptan çıkarıp yüceltmiş onu daha da yükseklere çıkarmıştır.Desai ile yaptığı filmlerde din konusu da fazlaca işlenmiştir,kardeşlerin hepsinin farklı dine mensup olması gibi konular işlenerek "Laik Hindistan,her dinde kardeşlik!" mesajları verilmeye çalışılmış fakat o dönemde Müslümanlar ve Hindular arasında yaşanan gerginlikler sonunda mesajlar istenen yere ulaşamamıştır.





Yaptığı filmlerle şöhret yolunda adım adım ilerlemiş olan Big B'nin özel hayatından da bahsedecek olursak;

Starımız 1973'te şimdilerde pek bir mutsuz görünen kendisi gibi oyuncu olan Jaya Bachchan'la evlenmiştir ve günümüzde halen sürmekte olan bu evliliğinden bir erkek bir kız olmak üzere iki çocuğu olmuştur.




Gençliğinde insanları döndürüp bir daha baktıracak güzelliğe sahip olan aktris Jaya Bachchan yıllar geçtikçe oyunculuktan elini eteğini çekmiş, tabiri caizse evinin kadının çocuklarının anası olmuştur.Bir dönem Amitabh ji hakkında evlilik dışı dedikodular duysa da yılmamış,bugüne kadar evliliğini sürdürmeyi başarmıştır.
Bir dönem gündemden düşmeyen o dedikodular ise Amitabh Bachchan ve favori rol arkadaşı Rekha ile ilişki yaşadığı söylentileridir.Aralarında büyük bir kimya olan ikili,söylentilere göre gerçek hayatlarına da bunu yansıtmışlar ve bir dönem B-Town'un favori çifti olmuşlar.







Tüm bu söylentilere rağmen iyi bir eş ve örnek bir baba profili çizen Amitabh Bachchan,çocuklarına ve torunlarına çok düşkündür.Hatta kendisi gibi oyuncu olan oğlu Abhishek Bachchan'ın eşiyle Jaya Bachchan arasında çıkan gelin-kaynana kavgalarında da arabuluculuk yapıp huzuru sağladığı da bir dönem magazinlere konu olmuştu.






İşteee bu da Junior Bachchan olarak tanınan Abhishek Bachchan ve 1994 Güzellik Kraliçesi,güzelliğiyle büyüleyen,severek izlediğimiz Aishwarya Rai. B-Town'un çifte kumrularından olan ikili 2007 yılından bu yana evliler ve Aaradhya adında tatlı mı tatlı bir kızları var.Babası gibi oyuncu olan Abhishek Bachchan ise Bollywood'da kalıcı olmaya kararlı gibi gözüküyor.





                       


Eğer Bollywood'daki Bachchan etkisini özetleyecek olursak:
Oyunculuğa başladığından bu yana birçok yapıma imza atan Big B, her jenerasyondan oyuncuya rol model olmuş ve olmaya devam etmektedir.Büyük bir sevgi ve saygıyla gönüllerde yer etmiş olan Bachchan hem oyunculuğuyla hem de kişiliğiyle örnek alınacak insanların başında geliyor.Artık eskisi kadar sık film yapmasa da yapılan yeni filmlerde kendi filmlerinden yapılan alıntılarla akıllarda kalmaya devam etmektedir.


Eveeet,B-Town'da yadsınamaz etkisi olan Amitabh Bachchan da bahsettiğime göre,tarihte bayağı bir ilerlemiş olduk.Tarihin sayfalarını kopara kopara geliyoruz hem de hızlıca!
Yine yazmaya bir başlayınca kısa kesemeyip yazdıkça yazdım farkındayım ama ne yapayım, çok seviyorum! Umuyorum benim gibi bu kültüre ilgisi olup da yazımı okuyan herkes beğenir ve zevk alarak okur.Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.
Khuda Hafiz!